"Eski Türkiye, yeni Türkiye" Maksat "muhalefet olsun" diye, vesaire...
Şükrü Sak
Bazı kişiler vardır;
Bazı şeyleri kolayca görmenizi sağlarlar…
Hele bizim gibi;
“Eski Türkiye”yi bütün kirliliği, çirkefi, dayatmacılığı ile görüp yaşamış kuşaklar için bunun ayrıca bir önemi ve anlamı vardır…
Nasıl?..
Şöyle ki:
Hem “Resmi ideoloji”…
Hem “Devletin karakteri”…
Hem “rejimin” sembolik tipleri açısından bu durumu kıyaslayabiliriz…
“Eski Türkiye”nin sembolik tipleri kimler mi?..
Biz sadece “medya paşaları” açısından bakalım…
Yoksa;
Eski Türkiye’nin:
İşkenceci güvenlikçisi Mehmet Ağar…
Faili meçhuller kralı “en son oturaklı sandalyede görüntülenen yatalak-şimdi mevta Arif Doğan…
Kitabevlerini bombalayan üniformalı güvenlik görevlilerini “iyi çocuklar” diye sevgiyle kucaklayan Genelkurmay Başkanlarından Büyükanıt…
Kumar masasında yediği yumrukla kırılmış, bandajlı burnuyla bir Başbakan Mesut Yılmaz…
Uzatmayalım; Listeyi çoğaltabiliriz…
Alemdaroğlu’ndan Rektör…
Çetinbaş’tan hakim...
Nuh Mete Yüksel’den savcı… (Şimdi FETÖ’cülerin davalarına bakıyormuş…)
Moğoltay’dan Adalet Bakanı…
“Laik olmayan insan değildir” diyecek kadar insanlık dışı bir öküzün (Yargıtay veya Anayasa Mahkemesi) başkanı olduğu Yekta Güngör…
Bunlar da; kabaca “Eski Türkiye”nin “Adalet” mekanizmasının ne olduğunu gösteren rejimin “sembolik” isimleri…
Eski Türkiye’nin medyadaki “sembolik” isimlerine gelince…
Şimdilerde “Bunaklık krizi”ne tutulmuş, sürüngenlik aşamasında, sadece soyunarak -gariplikler yaparak- gündeme gelmeye, kendinden söz ettirmeye çalışan, ihale takipçisi, zavallı, Ertuğrul Özkök…
(Aslında bunu saymaya gerek yok…)
Benim anlatacağım başka bir şey;
Bu “Eski Türkiye’nin “sembolik” isimlerinden:
Emin Çölaşan…
Bekir Coşkun…
Uğur Dündar…
Yılmaz Özdil…
Ve diğerleri…
Bunlar hala “nefes alıp veriyorlar”…
Yaşıyorlar yani; eski ihtişamlı, şaşalı, nüfuzlu “şeyleri” kalmamış, “Paşa”lıktan “erliğe” kadar düşmüşler ama, hâlâ “var”lar…
Olsun!.. Onların bu “hâllerini” görmek, biz fânilere nasib oldu ya, gerisi önemli değil!..
(Yanlış anlaşılmasın, “Bunlar yaşamasın, ölsün!” filân demiyorum, bilâkis bunların “çırpınışlarını” izlemek keyif verici; ”Eski Türkiye”yi bütün kabalığıyla, azgınlığıyla, hoyratlığıyla, hak hukuk tanımazlığıyla, dehşetiyle yaşamış kuşaklar için…)
Artık izleri, iyice silinmeye yüz tutmuş Eski Türkiye’nin, bu “sembolik isimleri”nin, el ân ki hâllerini Yılmaz Özdil, o kendine mahsus uslûbuyla gayet güzel resmetmiş:
Buyurun hep beraber okumaya… (Ki asıl benim söyleyeceğim bundan sonra…)
(“Bir tablo hayal edin.
Sanat eseri.
Miras. Size ait.
Tuvali, Türkiye coğrafyası.
Boyası, şehit kanı, alın teri.
Her sabah uyanıyorsunuz.
Gururla seyrediyorsunuz.
Ama, birileri her sabah sizden önce
Uyanıp o tablonun başına geçiyor
ve orasına burasına minik minik fırça darbeleri atıyor.
Her sabah bir minik fırça darbesi.
Usta işi.
Küçük küçük değişiyor tablo.
Aniden değil.
Milim milim.
Alıştıra alıştıra...
Yedire yedire.
Aradan yıllar geçiyor.
Tablo, o tablo olmaktan çıkmış!
Komple değişmiş.
Dedim ya, kanıksamışsınız.
Bakıyorsunuz bakıyorsunuz;
Tablo, hâlâ aynı tablo
zannediyorsunuz.
Peki ne yapılabilir?
Fark, nasıl fark edilebilir?
Orijinal’in aslında ne kadar değiştiği?
Ne hale getirildiği?
İlk bakışta nasıl anlaşılabilir?
Tek çare var: Kıyas.
Tablonun ilk haliyle..
Son halini yan yana koymalı…)
Yılmaz’ın yazısı bu…
Derdi de… -Pek tabii ki onun derdine bizim bir çare bulmamızın imkânı yok- “İmkânımız” olsa “tablo”yu kafasına geçiririz, o da ayrı mesele..
Bunu alıntılamamızın nedeni, sadece ve sadece:
“Eski Türkiye”nin hayâli ile “hayâllenip”, nasıl da irticaî heveslere kapıldıklarını, bu malûm ve meşhur “sembolik tipler”in, zihniyeti ve hissiyâtı açısından örneklemek içindi…
Ayrıca, yazıdaki “hissiyatı” görmüşsünüzdür her halde;
“Türkiye’yi sadece kendilerine ait bir miras” olarak görmesini filân...
Neyse buralarda fazla oyalanmayalım.
ŞİZOFRENİK MUHALEFET
Aynı “sembolik” tiplerden Uğur Dündar da, birkaç gün önce bir yazı yazmış;
“Suikastçimi gördüm” diye…
Mesele şu: Malûm seçimler yaklaşıyor; “Türkiye”nin Türklere bırakılamayacak kadar” önemli olduğunu düşünenler tarafından, ortalık kan gölüne çevrilmeye, her türlü yara kaşınmaya başlıyor…
Bu arada, bazı kişilere “suikastlar düzenleneceği” yönünde de önemli istihbaratlar var…
Bu çerçevede, “Yeni Türkiye” bunlara karşı önlem almaya, ismi geçenlere koruma verme, vesair tedbirler almaya çalışıyor; bunlardan biri de Uğur Dündar…
Zaten Eski Türkiye Mezarlığında ikamet eden bu zavallıları kim, niye öldürsün filân diye düşünebilirsiniz. Onu bilmiyoruz. Fakat böyle bir “istihbarat” var ve “Yeni Türkiye” buna karşı önlem almak amacıyla bunları uyarmış, koruma verelim vesair diye…
Fakat sen misin bunu diyen...
Adamlardaki kafaya bak sen;
Bunu bile “iktidara çakma” vesilesi yaparak:
(“Kontrol edemedikleri medya organlarını, biat ettiremedikleri gazetecileri sindirmeye çalışıyorlar. Haber yapma diyorlar. Ne ile uğraştığımı ben de, beni sindirmek isteyenler de biliyor.
Hiçbir gerçek gizli kalmaz. Ne kadar derine gömseniz de pis koku yaymaya devam eder.
* * *
Nedim ve Ahmet’in (Şık) yazdıklarının altına imzamı atıyorum.
Hatta suikastçımı (!) görür gibi oluyorum.
Nokta…)
Aha da aynen böyle böyle yazıyorlar…
Kafayı görüyor musunuz?..
“Sıyırmışlar” değil mi?..
Kendilerine koruma filan verip, uyarmaya gelenlere karşı:
“Yok yok, beni siz öldürmek istiyorsunuz!” diyen “şizofrenik muhalefet”in en somut
örneği bu!..
Bu durum; Siyasî ve politik bir mesele olmaktan öte; Yılmaz’ın yukarıda çizdiği tablo ile çok yakından alâkalı bir “akıl sağlığı” sorunu bence:
“Tablo”ya bakıp bakıp iç geçiriyorlar…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.